18 Şubat 2010 Perşembe

NOKTA NOKTAM


Dün bir dosttan, uzun bir mektup aldım

Beni anlatmış sana ve sen ona
"Unuttum artık onu" demişsin.
Hem bu sözü gülerek,
Medar-ı iftihar ile söylemişsin.
Unutamazsın Nokta Noktam
Unutamazsın!
Çünkü; unutmak için
önce unutulmak gerek
Oyasa ki sen,
Hala bende esen,
Eski kavak yelisin.
Unutamazsın...
Kan değil, tüküremezsin,
Ruj değil, silemezsin
Dişi dudaklarına, dişimle yazdığım
İki heceli erkek adımı
Unutamazsın Nokta Noktam
Unutamazsın!
Seninle biz, halâ bir kabukta
İki badem içi gibiyiz.
Baharsın; kokacaksın
Güneşsin; yakacaksın.
Sabah yatağım kadar rüyâ dolu
Sabah yatağım kadar sıcaksın
Unutamam
Unutamazsın!
Şimdilik bu kadar.
Öbür mektubuma daha diyeceklerim var
Darılma bana, gücenme sakın
Ankara günlerinin bembeyaz ufkundan
Binlerce selam sana.

Bahar başladı nokta noktam
Ankara'da bahar, veriminde toprak ana
Aylar var ki sana tek satır yazamadım
Oysa ki şimdi mevsim bahar
Ötüşlerde adın, kokuşlarda tadın var
Artık yazmalıyım.
Takvime baktım bu sabah,
ayrılalı beş ay olmuş.
Düşün ki Nokta Noktam
Beş ay denilen nesne tam yüz elli gün eder.
Bunca uzun ayrılıksa;
İnan bana Nokta Noktam
İnsanı, herşeye küskün eder.
İnan bana... Dargınlığım herkese
Ve tek hasretim sana
Düşünüyorum...
Aşıklar pazarına çıkan yolu düşünüyorum.
Bu yolun sağında yükselen
Her geçişinde penceresinden tebessümler gelen
Bahçesinde iri yedi veren,
kayısı gülleri açan evi düşünüyorum.
Bir türlü gelmiyor düşüncelerimin ardı
Ablan yanımda çorapsız gezerdi,
Baş örtüsüz annen.
Düşünüyorum... Bu mevsimde baban,
Her akşam bir yerine iki içerdi.
Miyoplaşınca gözleri "Şair, iç be oğlum
bahar dişidir doğurur" derdi.
Bahar başladı Nokta Noktam.
Ankara'da bahar,
Gönül ufkunda yağmur bulutları
Cennet olsa artik sevmiyorum
Sevmiyorum sensiz baharı...

Sen; ey yirmidört baharın en güzel süsü!
Sen; ey mutlu günlerimin mutlu türküsü!
Sen; ey ilk yaz akşamları kadar güzel çocuk!
Sen; ey altın gözlerinin hisli dünyası!
Ölümsüz bir yolculuk yaratan
Sen; ey çıplak bir hançer gibi!
Boylu boyunca gönlümde yatan
Sen; ey herşeyim olan herşey!
Son mektubunda söz verdin
Tut diyorsun, unuttum
Unut diyorsun, unutmak mı???
Güneş tekrar doğmayı unutabilir mi hiç?
Gönül ferman dinlemez sözü unutulabilir mi hiç?
Sen; ey mutlu günlerimin mutlu türküsü!
Sen; ey herşeyim olan herşey!

Bu gece Yılbaşı...
Başkent'de kar yağıyor Nokta Noktam
Başkentte kar ve tütüyor gözlerimde
Küllenmiş bir mangal gibi hatıralar
Başkent'de kar yağıyor, başkent'de kar...
Bu gece yılbaşı.
Bilirsin ki Nokta Noktam
Yılbaşında hesaplanır
Çoğu zaman insanların yaşı.
Bu gece yılbaşı...
Tokmaklarında yirmi dört hece
Eğilip üstüme sessizce
Şehrin kule saati
Bilir misin Nokta Noktam?
Bilir misin, bilir misin ne dedi?
"Şair, kutlu olsun, yaş otuz yedi."
Ve bir el saçlarımdan tutarak
Kalbimi sana kadar sürükledi.
Bu gece yılbaşı, başkent ayakta
Çalınan Tuna dalgaları komşu plâkta.
Ne de kıvrak bu vals havası
Başladı yine gönlümün
On yıl evvel ki kanaması
Ne günlerdi o günler cancağızım
Ne günlerdi...
Sen, on yedisinde sevgilerin sisinde
Başı duman duman bir kız.
Ben, yirmi üstünde
Gönlü gördüğü her güzelliğe nişanlı
Öylesiye bir şair, öylesiye bir delikanlı.
Ne çabuk geçti zaman.
Hey gidi Dünya hey...
Bu gece yılbaşı
Dışarıda kar yağıyor ve tütüyor gözlerimde
Küllenmiş bir mangal gibi eski hatıralar
Köşede bir kırlent, kırlentde bir resim.
Bartın'da bahar.
Elimle yapmışım
"asma köprüsünden" Kocanaz deresi
Sağda, orta okul
Okulda, çocukların sesi.
"Çakır beylerin" elma bahcesi.
Derede kayık, dümende ben.
Küreklerde sen.
Hava berrak, hava ılık
Hava temiz
Ve sularda sarmaşan gölgemiz
Bu gece yılbaşı, başkent ayakta
Çalınan Tuna dalgaları değil artık
komşu plâkta.
Gönlüm bu diyardan çok çok uzakta.
Dışarıda kar yağıyor.
Dışarıda kar ve tütüyor gözlerimde
Küllenmiş bir mangal gibi
Eski hatıralar...


Rıza Polat AKKOYUNLU

16 Şubat 2010 Salı

Dünya insanoğluna ait değil




Öyle bir yaşama hırgürüne kaptırmışız ki kendimizi, elimizden kayıp giden günlerin farkına varamıyoruz.


Tespih tanesi gibi arka arkaya diziliyor günler. Birbirinin tıpatıp aynısı.

Sabah kahvaltı, sonra iş, derken biraz kavga, biraz sevinç, biraz telaş, bolca fesatlık, bir başkasının kuyusunu kazma oyunları ve akşam.

Televizyon karşısında geçirilen uykulu saatlerde kimin kiminle fingirdeştirdiğini izlemek ve sonra cuppa yatak!

Ne için?

Ertesi gün yine aynı şeyleri tekrarlamak için.

Bu arada iç organlarınız yıpranıyor, gövdeniz pörsüyor, bakışlarınız bile eskiyor ve her gün biraz daha finale yaklaşıyorsunuz.

Ama size verilmiş olan bu yaşamın ne demek olduğunun farkına varmadan, güneşe, çiçeğe, ota, böceğe, denize aldırmadan hoyratça savuruyorsunuz bu değerli yılları.

Delfi tapınağında “Kendini tanı!” yazıyor.

İnsanoğlu kendini tanıyabilse, evren içindeki boyutunu ve sınırlı süresini kavrayabilse birçok sorun çözülecek ama hırs buna imkân vermiyor işte.

“Benim iktidarım, benim param, benim başarım, ben, ben, ben...”

Dünyada beş bin yıl önce de böyle düşünenler yaşıyordu, on bin yıl önce de.

Mezarlıklar önemli kişilerle dolu!

Evren ölçeğinde bir kelebek ömrü kadar bile olmayan insan yaşamını, böyle gerginliklerle ziyan etmeye değer mi?

Bir parça alçakgönüllülük, gündelik hırslardan birazcık arınma dünyayı cennete çevirmeye yeter: Hem size, hem başkalarına.

Nefes alıp vermek, doğayı seyretmek, dalgaların sesini duyabilmek, bir çiçeği koklayabilmek başlıbaşına bir mutluluktur aslında.

Ama ne yazık ki biz bunları unuttuk.

Mutluluğumuzu başkalarının felaketi ya da yenilmesi üzerine kurma çarpıklığını yaşıyoruz.

Ve ne kadar yükselirsek o kadar artıyor mutsuzluğumuz.

Unutmayalım: Biz gideceğiz, dünya kalacak!

Kızılderili bilgelerin söylediği gibi: “Dünya insanoğluna ait değil, insanoğlu dünyaya aittir!”

Zülfü Livaneli / Vatan / 16.02.2010

8 Şubat 2010 Pazartesi

"Unutulan Meslekler ve Değişen Kültürümüz"



DOLANDIRICILIK

Dolandırıcılık çok çeşitli ve ilginç yöntemlerle yapılırdı.
Güümüzdeki vurdulu kırdılı, cana kast eden soygunculuklardan oldukça farklıydı. Artık pek rastlamadığımız, hemen hemen gündeme hiç gelmeyen kandırmacalı söğüşlemelerin isimleri şöyleydi: Kaldırımcılık, muslukçuluk, tırnakçılık definecilik, şıkşıkçılık, üç kağıtçılık, pislikçilik, tantanacılık, zarfçılık, tavcılık, dızdızcılık vesaire idi. Ayrıca cadde üzerinde icra edilen, insanların acıma duygularını istismar eden sahtekarlıklar da vardı.

Genç kuşak arkadaşlarımızın merakını gidermek için yukarıda sıraladığımız dolandırıcılık başlıkları hakkında kısaca bilgilendirelim.

Vaybabamcılık.
Hırsız, kalabalık içinde gözüne kestirdiği kişiye çarpar. Sarılıp özür dilerken, çarptığı kişinin içcebinden cüzdanını çeker. Bu hırsızlık türü, genellikle insanların çok yoğun olduğu yerlerdeyapılır. Hırsız, dış görünüşü itibariyle parası olduğunu düşündüğü kurbanını tespit ettikten sonraona yaklaşır ve bilerek bu kişiye çarpar. Sonra özür dilemek için kurbana sarılırken el çabukluğuile de genelde kurbanın iç cebinde veya gömlek cebinde bulunan cüzdanını çalar. Kurban bunufark edene kadar hırsız ortalıktan kaybolur.
Kaldırımcılık:
Genellikle açık, bazen de kapalı alanlardaki kaldırımlarda pazarlanan eşyaları aşırmak.
Muslukçuluk:
Abdest almakta olan kişilerin sırtlarındaki ceketlerini önce çarparak düşürüp, sonra düzeltme bahanesiyle veya askıya asılmış olan başkasının ceketinin üzerine kendi ceketini asarak yapılan para çalma işi.
Üç Kağıtçılık:
Diğer ismi “bul karayı al parayı”dır. Biri resimli diğer ikisi rakamlı üç adet iskambil kağıdıyla oynanır. Hüner resimli iskambili bulmaktır. Oynatanın ayakçıları hep kazanır. İzleyenler de kazanırız zannederek oynarlar ve kaybederler.
Pislikçilik:
Ağzında çiğnediği leblebinin posasını, gözüne kestirdiği kişinin omzunun arkasına püskürterek, kuş pislemiş gibi gösterip, temizlemek bahanesiyle, kişinin parasını çalma imkanı yaratır.
Zarfçılık:
Kaldırıma bırakılan bir zarfın bir ucundan para gözükür. Yoldan geçen kişi para buldum zannederek zarfı alır. Pusuda bekleyenler adamı çevirir, zarfın içerisinde daha fazla para vardı diye adamın üstünü arar ve bu arada parasını çalarlar
Şıkşıkçılık:
Üç adet kamışla oynanır. Dolandırıcı, elindeki kamışları saklar içinden biri şık şık öter. Öten kamışı bulmak kolaydır, hemen anlaşılır. İş ciddiye bindimi oynayan hep kaybeder. Çünkü hiçbir kamış ötmez, öten kamış adamın ceketinin yeninde saklıdır. Bu dördüncü kamıştır.
Tantanacılık:
Yolunuzun üstünde bir garibin dövüldüğünü görürsünüz. Dayak yiyenin de, kendini dövenlere karşılık verdiğini ve kendini savunduğunu gözleyip, onları ayırmaya çabalarsınız. Olan olmuştur. Bütün paranızı almışlardır. Tırnakçılık:
Para bozdurmak amacıyla veya döviz cinsi parayı değerinin altında bir karşılıkla bozdurmak isteyen bir kişi gibi kasaya yaklaşan dolandırıcının, el çabukluğu ile kasadaki parayı çalmak hüneridir.
Definecilik:
Eski hissi veren evrakları ve krokileri göstererek, oradaki bazı işaretlerin bir hazinenin yerini gösterdiği palavrasıyla işe ortak etmek. Bu bahaneyle, ihtiyaç duyulan araç ve gereçler için para sızdırmak, kandırmak.
Dızdızcılık:
Birkaç dolandırıcının bir araya gelerek basit makinelere beyaz kağıt sürerek diğer taraftan kağıt para çıkarmak suretiyle saf vatandaşları kandırarak paralarını alma işidir.
Söğüşçülük:
Kadın veya erkek bulmak vaadiyle belirli yerlere götürülen kişilerin soyulmasıdır. Söğüşçülüktüründe yapılan hırsızlıklarda, öncelikle kurbanla görüşülerek beraber vakit geçirmek veyailişkiye girmek amacıyla ayarlanan kadın veya erkekle buluşmak üzere birlikte yola çıkılır.Genelde kurban, daha önceden belirlenmiş ıssız bir yere götürüldükten sonra orada bekleyensuç ortağı veya ortaklarıyla birlikte neyi var neyi yoksa alınır. Şahıs, ayarlanan bayanla cinselilişki halinde iken üçüncü bir şahıs gelir ve şahsın mevcut durumunu etrafa yaymakla tehditeder, daha sonra şahsın cebindeki tüm paraları alır
Tavcılık
Şahısların çeşitli usullerle ikna edilerek ellerinde bulunan para veya değerli eşyaların alınmasıolayıdır. Dolandırıcı, genellikle yurt dışından geldiğini, ibadet yerlerini görmek istediğini söyler.Görünüşte dindardır. Sonra parasız kaldığını anlatıp, sahte altınları kurbanına satar. Tavcılıktürü hırsızlıklarda genellikle karşılıklı bir alışveriş söz konusudur.

Bütün bu dolandırıcılık işlerinin piri ve en şöhretli kişisi ise adına kitaplar yazılan, filmler çevrilen, araştırmalar yapılan, tövbekar meşhur dolandırıcı Sülün Osman’dı.
Sülün Osman kendine özgü yöntemlerle kamu mallarını yani köprüleri, tramvayları, meydan saatlerini satar veya kiralardı. Bazen de kendince icat ettiği para kazanma yöntemlerine soyunurdu. Örneğin büyük parkların girişine paspas koyup ayak silme parası toplamak da O’nun buluşudur.