19 Eylül 2012 Çarşamba

"ÜÇ GECE"


"Öyle üç geceye sığmaz İstanbul...
Puslu sabahları dinlemek
Şirin Kızkulesini
Sığdırmak küçüçük çeplerimize
Yürümek aldırmadan
Gözlerimizdeki buğuya
Eşlik eden mor damlalarla...
Yalancıktan gülümsemek
Üstümüze yıkılmak isteyen surlara
Öyle üç geceye sığmaz İstanbul...
Şahit nice sırlara..."

*





BANA ULAŞABİLİRSİNİZ>>>
wykoray@gmail.com
*0546 655 73 75*

10 Eylül 2012 Pazartesi

Prof.Dr. Celal Şengör'ün- Muhteşem Yüzyıl için yazdıkları



 
Bu toplumun  hemen hiçbir değeri kalmadı: Tek değer, kişilerin ve/veya
grupların hak  etmedikleri şeylere uzanmak için olabilen her yolu denemesinin
en makbul  marifet sayılmasıdır.

Türkiye rüşvet ve hırsızlıkta Avrupa birincisi,  dünya dördüncüsüdür. Dünya ülkeleri
arasında cahillik düzeyiyle en ön  saflarda yer alıyor, dünya üniversiteleri
arasında adı anılabilecek ilk  500 arasında hiçbir üniversitesi yoktur.

Başta Cumhurbaşkanı ve  Başbakan olmak üzere devleti yönetenlerin hakkında bulunan
suç dosyaları  nedeniyle dünya birincisidir (Kemal Baytaş, Sözcü 13 Şubat  2011).

İçeri atılan gazetecilerin sayısıyla dile gelen aykırı fikre  tahammülde, nihayet
İran ve Çin'in bile gerisine düşerek sondan  birinciliği kaptı.

Gün geçmiyor ki ırzına geçilen kadın, cinsiyet  nedeniyle veya töre denen
ahlaksızlıklar yüzünden öldürülen kız ve kadın  haberleri gazetelerimizde,
televizyonlarımızda yer almasın.

En son  öğrencilerimizi hatta devlete ait kurumlar ve devletin memurları  eliyle
harcamak, onların hayatlarını karartmak sıradan olay oldu, bunları  yapan ve
kötü niyetleri artık her gün dile gelen akıl ve beceri  fakirleri devletin  ve
hükümetin güvencesi altına alındı.

Tüm bunlar ne zaman oluyor? Muhafazakâr  değerlerimizin şahlandığı, Atatürk'ün
getirdiği akılcılıktan hızla  uzaklaştığımız bir dönemde;Türkiye halkı
tamamen keçileri kaçırdı mı,  yoksa bu ahlaksızlıklar zümresi onun gerçek
değerlerini mi  yansıtıyor?

Bence ne biri ne diğeri. Halk o kadar cahilleşti ki,  yaptığı şeylerin veya
kendisine yapılanların çoğunun ahlaksızlık  olduğunu, bu ahlaksızlıkların er
veya geç kendisini zarara uğratacağını,  çoluk-çocuğunu süründüreceğini
göremez hale geldi, safsatayla uyutulmayı  tercih eder oldu.

Türkiye halkı kravat takar, lüks otomobillerde  dolaşır, bikinili hatunları sosyetik
plajları doldurur veya şehirlerini  şekilsiz gökdelenlerle doldurup oraları
<> ederek  yaşanmaz hale getirir, ama tüm bu halk  zenginiyle fakiriyle, 
 şehirlisiyle köylüsüyle zır cahildir. Kendi tarihinden
habersizdir. Aslında ne  dilini, ne dinini bilir, negeleneklerini tanır, ne
de toplumsal  değerlerinin evriminden haberdardır.

Muhteşem Yüzyıl diye  televizyonlarda alkışladığı dönemde, devletinde Amerika'dan
gelen gümüşün  ilk enflâsyonu başlattığını bilmez (çünkü Avrupalı
<>  dünyayı keşfederken, muhteşem [!] padişahları
hareminde gönül  eğlendirmekte, dünyayı öğrenelim diyen Pirî Reis'in  kafasını
vurdurmaktadır).

Muhteşem (!) yüzyılda Anadolu'da medrese  o kadar ayağa düşmüştür ki, öğrenci
haydutluğa başlamıştır (buna softa  şekâveti denir).

Avrupa'da ilk yenilgimizi Muhteşem (!) Süleyman  devrinde aldığımız gibi (I.Viyana
bozgunu: 1529), Hint Okyanusuna her  çıkışımızda mini mini Portekiz'den
sopayı yiyip Kızıldeniz'e veya Basra  Körfezi'ne tıkılışımız da bu büyük (!)
padişah efendimizin devrindedir.  Gene onun zamanında dünya keşfedilirken,
Hint Okyanusu'na kadırga denen  sandallarla açılan ve 1554'te Hindistan'da
karaya vuran büyük (!) bir  amiralimiz, yürüyerek üç senede Hindistan'dan
Edirne'ye gelmiş ve meşhur  bir kitap (Mirât-ül Memâlik) yazmıştı.

El alemin dünyayı öğrendiği bu  dönemde Seydî Ali Reis gazel söyleyip, eğlence
partilerini anlatmaktan başka tek bir  detaylı coğrafya bilgisi toplamayı gerekli bulmamıştı.

Büyük (!)  Sultanımız Süleyman'ın Fransa kralı I. François'yı hapisten bir mektupla
kurtardığını okurduk  mektepte. O François'nın kurduğu Collège de France
bugün dünyanın en  önemli araştırma kurumlarından biridir. Bizimkinin hangi
kurumu ayakta  kaldı? Hangi kurumunun insanlığa beş paralık bir faydası oldu?
Tek becerdiği kalıcı  şey, aklı başında öz oğlu Şehzade Mustafa'yı Hürrem
uğruna katlettirip,  devleti bir ayyaşa teslim ederek halkının geleceğini karartmak  oldu.

Artık yeter! Bu ve benzeri rezillikleri yalanlarla bezeyip  yücelten, buna karşılık
bize  bütün dünyada saygınlık kazandıran, aklımızı kullanıp onurlu  insanlar
olmamızı sağlayan Atatürk'ü aşağılayan âlim pozlu, ukala tavırlı  zır
cahilleri her gün halkın karşısına diken televizyon kanallarından  ve
gazetelerden gına geldi. Yükselen ahlaksızlık grafiğimiz kimin  eseridir
sanıyorsunuz? Cehalet tüm fenalıkların anasıdır. Biz de o anayı  besleyip
duruyor, onun tosuncuklarına oylar veriyoruz. Artık yeter!  Memleketimde her
elimi attığım yerde cehalet çirkefine bulaşmaktan  bıktım.

Celal Şengör, Bilim Teknoloji (Cumhuriyet) sayı:1258

7 Eylül 2012 Cuma

*


*ÇEŞME-İ İRFAN*"Akıl kafandan gidince, ya kaçarken yakalarmışsın ya da... "


Gazi boşuna: - Övün, çalış, güven dememiş. Oysa biz övünürken de, hem Türklüğümüz ve Müslümanlığımızla, hem de padişahlarımızla övünüyoruz; Türk ve Müslüman’a, Türk ve Müslüman propagandası yapmamız da cabası...
* * *
Oysa Osmanoğulları, çok aşağı görürlerdi Türk ırkını. “Etrak” (Türk’ün çoğulu) biidrak (algılamasız); onların çok sık tekrarladığı bir küçümsemeydi.
* * *
300 yıl önce Nef’i:
Türk’e hak çeşme-i irfanı (anlayış yeteneğini) haram etmiştir
Diye yazıyordu.
Eski Dışişleri bakanlarından rahmetli Turhan Güneş de, gülerek sık tekrarlardı bu mısraı.
* * *
Gazi, belki de Türk ırkı çok küçümsendiği için, önce:
- Övün, demiş; sonra da peş peşe yüzlerce hamasi manzume yazılmasının yolunu açmıştı.
* * *
88 yıllık T.C.’nin vara vara nereye vardığının, somut özetini görmek isterseniz; Altunizade’den Beylerbeyi’ne inen “Oymacı” sokağından bir geçin.
Yeni yapılmış villalar da oradadır, damı çökmüş ve tenekelerle kapatılmış camları kapısı kırık dökük eski zaman konakları da; 5-6 ay önce yıkılmış kaçak gecekonduların hala kaldırılmamış mezbelesi ve hemen oraya bir gecekondu yaptırıp içinde yaşamaya başlayanların, kapıları önüne diktikleri uzunca bir sopanın ucunda bir sigorta olarak- sallanan eskimiş bir bayrak da...
* * *
Harika bir botanik bahçesi de oradadır, lokantaların önüne konan reklam heykellerinin sıram sıram önünde durduğu heykel atölyesi de ve başı türbanlı mankenleriyle giyim mağazaları da...
Ayrıca bazı yeni villa inşaatları da devam etmekte...
* * *
Çarşamba günkü Sabah Gazetesi’nde de, Yahya Bostan’ın özel haberi:
“DİŞE DİŞ DÖNEMİ” diye manşete çekilmişti. Altında da şu açıklamalar vardı:
“Terör örgütüne karşı yeni strateji: Bordo Bereliler daha aktif olacak, komutanlar gerekirse karakollarda yatacak.”
* * *
Acaba akıl sonradan mı başa geliyordu ve birileri de tuvaletlerde ıkınmaya mı başlamıştı?
Tövbe tövbe, estağfurullah...
Ama niye şimdiye kadar yeteri önlemler alınmayıp, onca şehit verilmiş olduğu da takılıyor akla...
* * *
Beylerbeyi İskelesi’ndeki “Via Balık Restaurant” da harika bir gözlem yeridir, Kuleli’yi geçtikten sonraki “Adile Sultan Sarayı”nın korusu da, sarayın içindeki “Borsa Lokantası”nın terasından Asya Kıt’asıyla Avrupa Kıt’asına ve aralarından geçen masmavi Boğaz’a bakmak da muhteşem bir ömür ödülüdür.
* * *
Kızım Zeynep Bakan ve ağabeyi Ahmet Altan’la, saat 15 sularında oraya gittik...
Bir ömürlük bir yorgunluğa ılık bir duş gibiydi o eşine menendine rastlanmayacak manzara...
Ne yazık ki ne Zeyrekliler orasını biliyor, ne Kandillililer Zeyrek’i biliyordu.
* * *
Ve bendeniz, şiirler okuyordum kızımla birlikte bana sahip çıkan oğluma:
Kandilli yüzerken uykularda,
Mehtabı sürükledik sularda,
Bir yoldu parıldayan gümüşten,
Gittik bahs açmadık dönüşten.
* * *
Bastıra bastıra tekrarlayıp duruyordum:
İstanbul’u sevmezse gönül aşktan ne anlar?
* * *
Bendeniz de biliyorum ki ömürler biter İstanbul bitmezdi. 1500 yıl önce yapılmış olan ve “Borsa”nın teraslarından da görünen Ayasofya da bitmezdi.
* * *
Torunumun yavrusu Leyla’cık “Büyük dede”nin bugünkü yaşına geldiğinde, kim bilir İstanbul nasıl olacaktı?
Bunu öngörebilecek beyin ise hiç kimsede yoktu.

2 Eylül 2012 Pazar

*












"ISLAK KALDIRIMLAR..."

Islak kaldırımlara düşüyor
Yaşlı çınarın solgun yaprakları
Saçağın altında iki sevgili
Öylesine susup bakışıyorlar
Tutulmuş sanki ikisinin de dili


Mevsim işte o mevsim
Çırçıplak kalacak birazdan dallar
Üstüme bir hüzündür çöküyor
Bu şehrin bir köşesine
Kaçışıp yok oluyor insanlar


Pembe mi ne bu damlalar
Tanıyorum ıslak kaldırımları
Işıl ışıl gözleri o mini eteklinin
Beni selamlıyor cumbalı evler
Bir mevsim göçüp gidiyor
( M K B )

1 Eylül 2012 Cumartesi

*****


"Büyük Türk Milletine..."

Büyük Türk Milletine,
Bütün ömrünü, hizmetine vakfettiği sevgili milletinin ihtiram kolları üstünde Ulu Atatürk'ün fani vücudu, istirahat yerine tevdi edilmiştir. Hakikatte yattığı yer, Türk milletinin onun için aşk ve iftiharla dolu olan kahraman ve vefalı göğsüdür.
Atatürk, tarihte uğradığımız en zalim ve haksız itham gününde meydana atılmış, Türk milletinin masum ve haklı olduğunu iddia v

e ilan etmiştir. İlk önce ehemmiyeti kavranmamış olan gür sesi, asla yıpranmayan bir kuvvetle, nihayet bütün cihanın şuuruna nüfuz etmiştir.
En büyük zaferleri kazandıktan sonra da Atatürk, ömrünü yalnız Türk milletinin haklarını,insaniyete ezeli hizmetlerini ve tarihe hak ettiği meziyetlerini ispat etmekle geçirmiştir. Milletimizin büyüklüğüne, kudretine, faziletine, medeniyet istidadına ve mükellef olduğu insaniyet vazifelerine sarsılmaz itikadı vardır.
"Ne mutlu Türk'üm diyene!" dediği zaman, kendi engin ruhunun, hiç sönmeyen aşkını en manalı bir surette hulasa etmiş idi.
Fena zihniyet ve idare ile geri bırakılmış Türk cemiyetini, en kısa yoldan insanlığın en mütekamil ve en temiz zihniyetleriyle mücehhez modern bir devlet haline getirmek, onun başlıca kaygısı olmuştur. Teşkilat-ı Esasiye'mizde ve bugün hizmet başında, irfan muhitinde ve geniş halk içinde bulunan bütün vatandaşların vicdanlarında yerleşmiş olan laik, milliyetçi, halkçı, inkılapçı, devletçi cumhuriyet, bize bütün evsafiyle Atatürk'ün en kıymetli emanetidir.
Üfulünden beri Atatürk'ün aziz adı ve hatırası, bütün halkımızın en candan duygularıyla sarılmıştır. Memleketimizin her köşesinde ve bütün milletçe kendisine gösterdiğimiz samimi bağlılık, devlet ve milletimiz için kudret ve vefanın beliğ misalidir. Türk milletinin aziz Atatürk'e gösterdiği sevgi ve saygı, Onun niçin Atatürk gibi bir evlat yetiştirebilir bir kaynak olduğunu bütün dünyaya göstermiştir.
Atatürk'e tazim vazifemizi ifa ettiğimiz bu anda, halkımıza, kalbimden gelen şükran duygularını ifade etmeyi, ödenmesi lazım bir borç saydım.
Milletlerarasında kardeşçe insanlık hayatı Atatürk'ün en kıymetli ideali idi. Bütün dünyada ölümünün gördüğü ihtiramı, insanlığın atisi için ümit verici bir müjde olarak selamlarım. Bu sözlerim, yazılarıyla ve toprağımızla şövalye askerleri ve mümtaz şahsiyetleriyle yasımıza iştirak eden büyük milletlere Türk milleti adına şükranlarımın ifadesidir.
Devletimizin banisi ve milletimizin fedakar, sadık hadimi, insanlık idealinin aşık ve mümtaz siması, eşsiz kahraman Atatürk; vatan sana minnettardır.
Bütün ömrünü hizmetine verdiğin Türk milletiyle beraber senin huzurunda tazim ile eğiliyoruz. Bütün hayatında bize ruhundaki ateşten canlılık verdin. Emin ol, aziz hatıran, sönmez meş'ale olarak ruhlarımızı daima ateşli ve uyanık tutacaktır.

Reisicumhur İsmet İnönü