31 Ocak 2010 Pazar

"ZEYTİN YAPRAĞI YEŞİL..."


Zeytin yaprağı, doğal bitkisel antibiyotik ve antioksidan olması nedeniyle hastalıklardan
korunma ve hastalıkların tedavisinde etkin rol oynayabilir. Zeytin yaprağında bulunan
“oleuropein” ve “eleonik” asit aktif bileşiklerinin antimikrobiyal ajan olarak görev yaptığı bilimsel araştırmalarca kaydedilmiştir. Bu maddelere bağlı olarak zeytin yaprağı çayı, ile vücuda giren mikropları, vücudun doğal bağışıklık sistemi tepki gösterinceye dek yavaşlatır
Zeytin yaprağı, etkileri sarımsak ve soğana da benzeyen doğal bir antibiyotik ve antioksidan-dır.
Düzenli olarak hastalıklardan korunma amaçlı tüketilebileceği gibi doğrudan hastalıkların tedavisinde de kullanılabilir.
Zeytin ağacının tamamında bulunan ve acı-buruk bir tadı olan oleuropein, zeytinin işlenmesi sırasında uzaklaştırılır. Oysa ki zeytin ağacının hastalık ve zararlılara karşı direncini sağlayan en önemli savaşçının oleuropein olduğu düşünülmektedir. Oleuropein’ in içeriğinde bulu-nan “elenolik asit” ve oleuropein türevi olan “kalsiyum elenolat” çok çeşitli mikroorganizma gruplarını uzak tutma özelliğine sahiptir.
Bugün çok az insan, zeytin yaprağının çok faydalı kullanımı kolay tıbbi bir bitki olduğunu bilir. Zeytin yaprağı kullanımı daha çok Akdeniz ülkeleri insanları tarafından kullanılmakla beraber son yıllarda birçok ülke tarafından da bitkisel ilaç olarak kullanılması bu konudaki araştırmalara hız vermiştir.
ZEYTİN YAPRAĞI ÇAYININ YARARLI ETKİLERİ
ANTİMİKROBİYAL ETKİ
Zeytin yaprağı çay olarak tüketildiğinde vücuda alınan oleuropein iki enzim tarafından elenolik aside dönüştürülür. Elenolik asit daha öncede belirttiğimiz gibi yüksek antimikrobiyal etkiye sahiptir. Bakterilerin hücre duvarını etkiler ve böylece doğal yolla bağı-şıklık sistemi güçlenmiş olur. Böylece birçok antibiyotiğe direnç kazanan mikro organizma ve dolayısıyla bunların neden olduğu birçok hastalık doğal yollarla ortadan kaldırılmış olmaktadır.
ANTİOKSİDAN ETKİ
Soluduğumuz havadaki oksijen, vücut içinde serbest radikaller adı verilen ve toksik (zehirli) etki gösteren bazı maddelerin oluşmasına neden olur. Demirin paslanması ve balığın sudan çıktıktan sonra ölmesi, oksijenin zararlı etkilerine örnektir. Antioksidanlar, vücudumuzda kimyasal reaksiyonlar sonucu oluşan veya dışardan sigara, alkol, kirli hava v.s. ile alınan zararlı maddelerin (serbest radikallerin) nötralize edilmesini sağlar.
Antioksidanların yardımı ile hastalıkların oluşumu önlenebilir, hormonal denge korunabilir, yaşlanma süreci geciktirilebilir. Zeytin yaprağı ekstraktı yüksek antioksidan aktiviteye sahiptir. Bu etki oleuropein bileşiğiyle beraber tabloda verilen diğer fenolik bileşiklerin sinerjik etkileri sonucu meydana gelir. Vitamin C ve E nin gösterdiği antioksidan aktivitenin yaklaşık 2,5 katı kadar daha yüksek bir antioksidant aktiviteye sahiptir.
KORONER DAMARLAR ÜZERİNE ETKİSİ
İn-vivo şartlarda yapılan birçok çalışma oleuropein’ in vasodilator (damar genişletici) etki yaptığını, tansiyonu düşürdüğünü ve anti-aritmik özellik gösterdiğini ortaya koymuştur. Aynı zamanda LDL kolesterol seviyesinde düşmeye neden olduğu sonucuna varılmıştır. Kalp rahatsızlıklarında zeytin yaprağı çayı ile iyi sonuçlar elde edilmektedir. Laboratuar ve klinik çalışmaların sonucu olarak, zeytin yaprağı çayı kalp yetmezlikleri, damar tıkanıklıkları üzerinde de etkili bulunmuştur.
HYPOGLİSEMİK ETKİSİ
( KAN ŞEKERİ SEVİYESİNİ DÜZENLEME )
Yine yapılan in-vivo (canlı vücudunda) çalışmalarda, zeytin yaprağının etken maddesi oleuropein, hipoglisemik etki göstermiş ve yüksek kan şekeri seviyesinde düşme gözlenmiştir.
ZEYTİN YAPRAĞI
Zeytin ağacı (Olea europaea) Oleaceae familyasına ait herdem yeşil bir bitkidir. Zeytin yaprakları binlerce yıl önce insanlar tarafından hastalıkların tedavisinde çare olarak kullanılmıştır. Son yıllarda dünyada, doğal organik bitkiler üzerindeki araştırmalar gittikçe önem kazanmaktadır. Özellikle Amerikan Kanser Araştırma Enstitüsü zeytin yaprağının 21. yüzyılın en önemli doğala antimikrobiyal, antiviral bir etkiye sahip çok önemli bir bitki olduğunu belirtmiştir.Bu konuda 69 kitap, 1800 den fazla makale, dergi ve çeşitli yayınlar yapılmıştır.
Zeytin ağaçları dünyadaki en dayanıklı ağaçlardandır. Uzun süreli yaşamlarını büyük ölçüde kendilerine hastalık ve zararlı-lara karşı direnç kazandıran “oleuropein” adlı bir madde üretmelerine borçludurlar.
40 yılı aşkın bir süredir kullandığımız antibiyotiklere karşı artık çoğu mikroorganizma direnç kazanmıştır. Geçmiş zamanlarda antibiyotiklerle tedavi edilebilen bir çok hastalık, artık tedavi edilemez hale gelmiştir. Bakterilerin ve virüslerin bu ilaçlara daha dirençli hala gelmeleri antibiyotiklerin aşırı doz alımı ya da yanlış kullanılmasının bir sonucudur. İşte zeytin yapraklarında bulunan “oleuropein” maddesi ve hidrolizleri, antibiyotiklere direnç kazanmış mikroorganizmalar üzerinde etkili ve çok değerli bir bileşendir.
Bugüne kadar zeytin yaprağında 100′e yakın madde elde edilmiştir.Yaprakta bulunan bu maddeler zeytin çeşidini uygulanan kültürel tedbirlere, yetiştiği bölgeye ve hasat zamanına göre farklılıklar gösterir.Yaprakta bulunan fenolik ve flavonait
bileşikler vücudun bağışıklık sistemini güçlendirip hastalıklara karşı dirençli olmasını sağlar.Yaprakta 60-90mg/gr oranında oleuropein bileşiği bulunmaktadır.
ZEYTİN YAPRAĞININ ETKİLİ OLDUĞU DİĞER RAHATSIZLIKLAR VE MİKROORGANİZMALAR
Kan Şekeri Seviyesini Düzenleme
LDL Kollestrol Seviyesini Düzenleme
Antioksidan Etki
Bronşit
Soğuk Algınlığı
Kulak Enfeksiyonları
Fibromalarya
Fungal (Mantar) Enfeksiyonları
Herpes Virüsü
Salmonella sp.
Kandidiyasis
Dizanteri
Streptococcus sp.
Kandidiyasis
Dizanteri
Streptococcus sp.
Hepatit A,B,C
Zatürre
Cilt Rahatsızlıkları
Zona
Romatizmal Hastalıklar
ZEYTİN YAPRAĞI ÇAYI KULLANIM ÖNERİSİ
Bir çay kaşığı kuru yaprak, bir bardak sıcak suya konur ve 2-3 dakika demlenmeye bırakılır.. Süzülür ve böylece zeytin yaprağı çayı hazırlanmış olur. Günde 2-3 bardak önerilen dozdur.

26 Ocak 2010 Salı

"Özgür,bağımsız basın(!)"




Solcu, aynı zamanda da Karl Marks'ın arkadaşı olan gazeteci Swinton,
1880'lerde New York Times'da yazıyor.
Gazete bir Yahudi tarafından satın alındıktan sonra düzenlenen baloda,
davetli gazeteciler <<özgür, bağımsız basının>> onuruna kadeh kaldırmak
üzere kürsüye çağırıyorlar onu. Swinton elindeki kadehiyle kürsüye
çıkıyor.
Salonda çıt yok!...
Ve tarihi cümleler dökülüyor bir bir ağzından Swinton'ın...

-"Dünya tarihinin şu anına dek, Amerika'da <<özgür, bağımsız basın>>
diye bir şey olmamıştır. Bunu siz de biliyorsunuz, biz de..."
diye başlıyor sözlerine;
"Hiçbiriniz düşündüklerinizi olduğu gibi yazmaya cesaret edemezsiniz.
Bunu yapmaya kalktığınızda, yazdıklarınızın basılmayacağını bilirsiniz
çünkü! Çalıştığım gazete bana düşüncelerimi özgürce yazmam için değil,
tersine, yazmamam için bir ücret ödüyor. İçinizde benzer biçimde,
benzer ücret alan başkaları da vardır. Düşüncelerini açıkça yazacak
kadar salak olan herhangi biri, sokakta başka bir iş arıyor olacaktır.
Çalıştığım gazetemin herhangi bir sayısında düşüncelerimi apaçık
yazacak olsaydım, 24 saat dolmadan işimden atılırdım.Gazetecilerin işi
gerçeği yok etmek, düpedüz yalan söylemek, saptırmak, kötülemek,
servet sahiplerine ve iktidara dalkavukluk etmek, kendi gündelik
ekmeği uğruna yurdunu ve soyunu satmaktır! Bunu siz de biliyorsunuz,
ben de... Öyleyse şimdi burada özgür, bağımsız basının (!) şerefine(!) kadeh kaldırmak saçmalığı da nereden çıktı..? Bizler, sahnenin
arkasındaki zengin adamların ve emperyalistlerin oyuncakları,
kullarıyız! Bizler, ipleri çekilince zıplayan oyuncak kuklalarız!
Onlar ipleri çekiyorlar ve biz dans ediyoruz! Yeteneklerimiz,
olanaklarımız ve yaşamlarımız, hepsi başkalarının malı!
Bizler entelektüel fahişeleriz!"
NOT :
Swinton toplantıyı şaşkın bakışlar arasında terk etti.. Gazeteden
istifa etti ve kimseden para almaksızın "John Swinton's paper" diye
tek yapraklı bir gazete çıkartmaya başladı.

21 Ocak 2010 Perşembe

"Demirel'den İnciler"


60’LI YILLAR… KIBRIS MESELESİ NEDENİYLE İNGİLTERE’YLE TÜRKİYE’NİN ARASI KÖTÜ. TAM DA BU SIRADA DEMİREL İNGİLTERE’YE ZİYARETE GİDİYOR. DÖNÜŞTE GAZETECİLERLE ARASINDA GEÇEN DİYALOG İSE ŞÖYLE:
-EFENDİM, NEDEN İNGİLİZ DIŞ İLİŞKİLER BAKANI’NIN ELİNİ SIKTINIZ?
-NERESİNİ SIKACAKTIM KARDEŞİM?



TÜRKİYE’NİN AVRUPA BİRLİĞİNE GİRMEK İÇİN TARİH ALMA KONUSUNU ŞU FIKRAYLA DEĞERLENDİRMİŞTİR:
"AVRUPA BİRLİĞİ'NE GİRMEK İSTEYENLER SINAVA ALINIYOR. BULGARİSTAN SINAVA GİRİYOR, 'ATOM BOMBASI NE ZAMAN ATILDI' DİYE SORULUYOR. '1945' DİYOR, 'GEÇTİN' DENİYOR.
DAHA SONRA ROMANYA SINAVA GİRİYOR. 'ATOM BOMBASI NEREYE ATILDI' DENİYOR, 'JAPONYA' DİYOR, 'SEN DE GEÇTİN' DENİYOR.

TÜRKİYE'YE SIRA GELİNCE 'ATOM BOMBASI ATILDIKTAN SONRA ÖLENLERİN İSİMLERİ, SOYADLARI, DOĞUM YERLERİ, MESLEKLERİNİ SÖYLE' DENİYOR.
ŞARTLAR NE KADAR AĞIR OLURSA OLSUN TÜRKİYE VE AVRUPA SIKINTILARI AŞACAKTIR VE TÜRKİYE, AB'NİN TAM ÜYESİ OLACAKTIR."

19 Ocak 2010 Salı

.

















Dört mevsimi doyasıya yaşayan Keşan kar yağışıyla gerçek"Dumansız Hava Sahası"na dönüştü...

*****


Tanrı dünyayı yarattığı zaman gelecekteki ulusların temsilcilerini yanına çağırmış herbirine ikişer erdem vermiş...

İsviçrelilere ;
Düzenlilik ve Yasalara saygı ...

İngilizlere ;
Soğukkanlılık ve asalet ...

Japonlara ;
Çalışkanlık ve Sabır ...

İtalyanlara ;
Neşe ve Romantizm ....

Fransızlara ;
Şarap ve güzel yemekler

Türklere ;
Zeka ve Dürüstlük ve Tayyip sevgisi ....

Meleklerden biri bu dağıtımdan sonra Tanrı'ya sormuş: Gayet hoş olmuş bu uyarlama. Bütün uluslara ikişer erdem verdiniz ama Türklere üç tane?

Evet ama demiş Tanrı, ''sadece ikisini'' kullanabilecekler!

Böylece:

Bir Türk, ''zeki ve Tayyipci'' olduğu zaman dürüst olmayacaktır...

Bir Türk, ''dürüst ve Tayyipci'' olduğu zaman zeki olmayacaktır...

Bir Türk, ''hem zeki hem de dürüst'' olduğu zaman Tayyip'ci olmayacaktır...

11 Ocak 2010 Pazartesi

"Yamyam Kibri..."


Seni Bu Yamyam Kibrin Bitirecek...

Billboardlardaki resimlerine baktım; güya “kudretli” görünesin diye en çılgın bakışlı fotoğraflarını seçmişler. Kontrolsüz bir adrenalin ile geldiği yeri hazmedemeyişi harmanlayan deli bakışları.

Ne yapsan olmuyor.
Kültürsüzlüğün, görgüsüzlüğün, basitliğin, açlığın her şeyin önüne geçiyor. Sadece çalma, çırpmaya, vebal almaya işleyen kıt aklın bile durup durup sana “Saygı görmüyorsun, sende bir şeyler eksik” diye fısıldıyor. Bu fısıltıyı duydukça iyice kontrolden çıkıyorsun. “Bana saygı duyun, önümde eğilin. Eteklerimi öpün” diye tepiniyorsun ama olmuyor.
Olmuyor işte.

En yakınındakiler bile senin iflah olmaz kifayetsizliğine, insanlıktan çıkmış öfkene, Allah'a şirk koşma noktasına gelmiş kibrine dayanamıyorlar.

En uyanıklar ile kullanım tarihinin tamamen sona gelmesini bekleyenler kaldı sadece çevrende. Bir de bir delinin gölgesi ardında kirli oyunlarını yürütenler.

Boşsun, bomboşsun.
Bir genelev fedaisi kadar ruhsuz ve hoyratsın.
Kabadayılığın da hikâye, dobralığında yalan, “delikanlılığın” da naylon.
Hak, hakkaniyet, adalet, merhamet gibi kavramlar kapından bile geçmemiş.
Alım-satım ustalığından, ticari uyanıklıktan dem vurarak örtmeye çalışıyorsun bu büyük eksikliğin üzerini.

Sahi kimsin sen?

Hep aynı yerden servis edilen üç adet gençlik, çocukluk ve askerlik fotoğrafından başka neden görüntün yok senin?
Hangi okulları bitirdin, kimlerle aynı sıralarda oturdun?
İlkokul öğretmenin kim?
Neden bir kişi bile çıkıp seninle ilgili bir tek anısını anlatmıyor?
Seda Sayan'ın bile mahalle yıllarından bir fotoğraf çıkıp geliyor da, senin geçmişin neden bu kadar sis perdelerinin ardında gizli?
“Olmayan” biri misin yoksa sen; laboratuarda mı imal edildin? Hangi merkezlerde programlandı hastalıklı beynin?

Bütün değerlerden neden bu kadar yoksunsun; en kutsal kavramların içini boşaltmada nasıl bu kadar maharetlisin? Hurafe, iftira, şirret ve cehaletten beslenen dilin; hırstan ve doymamışlıktan ibaret kişiliğin, bir ağaç kovuğundan başka hiçbir şey olmayan fani bedeninle tarihin onurlu sayfalarında yer almaya soyunma cesaretini nereden buldun.

Duyduk ki şimdi de “padişahçılık” oynuyormuşsun. Şah oldun, sıra şahbaz olmaya geldi. Her mevki ve makamı tattın, geriye “padişahlık” kaldı öyle mi?
Senin montaj ürünü kimlik ve bedeninden kuşkusuz bir Fatih, bir Yavuz, bir Kanuni olmaz ama Deli İbrahim-Vahdettin karışımı bir kukla, pekâlâ olabilir. Seni bütün bu defolarınla sahnede tutanların işine fazlasıyla yarar böyle acınası bir bez bebek.

Esiyorsun, gürlüyorsun, tepiniyorsun.
Pazarcı gibi tiz çığlıklar atıyorsun.
Deli bakışlarını devire devire, boyun damarlarını şişire şişire höykürüyorsun.

İyi de sen ne istiyorsun?

Karun oldun. Çocukların ülkedeki simit tablalarından bile haraç alıyor, gudubet karın ipek kumaşlara, paha biçilmez mücevherlere büründü. Şakşakçıların ceylan derisi koltuklarda basen büyütüyor. Bu kadarı da olmaz ki diyen kim varsa işinden aşından ettin, zindanlara attın, ailelerini açlığa mahkûm ettin. Gencecik üniversite mezunları işsizlikten intihar ediyor. Doktorlar, öğretmenler, polisler, subaylar açlık sınırında yaşıyor; emekliler pazarlardan sebze artığı topluyor. Şehit katilleri Meclis'te suratımıza çemkiriyor. Sen hâlâ üstündeki pahalı elbiselerin, özel yapım som altın kol saatin, ipek kravatınla karşımıza geçip kusuyorsun da kusuyorsun.

Kime bu kinin?
Nereye doğru gittiğini bir gün olsun düşündün mü? Olmayan vicdanınla bir gün olsun kendine “Acaba biraz ileri mi gidiyorum” diye sordun mu?
İtikadın da yalan biliyoruz.
Ama bir gün olsun “Ya hesap günü varsa” diye endişelendiğin oldu mu?

Evet var.
Hesap günü var.
Ve sanki bu saldırganlığın, bu doymazlığın, tamah etmez azmışlığın, O hesap gününü biraz daha yaklaştırıyor. Artık Allah’ın gözüne batıyorsun birader!
Fazla parazit yapıyorsun, ortalığı hacminden fazla kirletiyorsun. Elde ettiklerinle şükür etmeyi, biraz da başkalarını düşünmeyi başaramadın. Böyle bir kapasiten yok çünkü.

Dünyaya yemeye, içmeye, dışkılamaya, kin ve nefret aşılamaya gelmişlerdensin. Üste bir de kibir yapıyorsun, işte bu hiç çekilmiyor...

Senin sonunu da bu yamyam kibrin getirecek…

Fatma Sibel YÜKSEK / Kent Gazetesi