29 Mart 2012 Perşembe

"Otobüsteki çağdaş kadına dikilen bakışlar"


Topkapı’nın dışına çıkan otobüslerden birinde, diz kapaklarının iki parmak üstündeki mavi keten eteğiyle, blue jean gömlek giymiş; uzun boylu, kumral, kısa saçlı genç bir kadın...
* * *
Besbelli ki Avrupa kentlerinin birinden gelme... Vücudunun inceliği, giydiğini kendine yakıştırması, havası, rahatlığı onu gösteriyor...
* * *
Daracık alınlı, kalın siyah bıyıklı, esmer kavruk tenli, katı bakışlı erkeklerin gözleri, kadına doğru dönüp çivilendi.
* * *
İnsanın elinde bir kamera olsa da, o bakışlarla o kadını otobüsün içinde çekebilse...
Turizm propagandası açısından değilse de, çağdaş sinemadaki “gerçekçilik” akımı açısından; olağanüstü bir görüntü yakalamış olacak...
* * *
Neden öyle yiyecek gibi bakıyorlar kadına?
Hiç kuşkusuz çok beğendiler Avrupalı genç kadını... Bu beğeninin ayıplanacak hiçbir yönü yok; sadece öyle yerlerde beğenilen bir kadına, onu rahatsız etmeden nasıl bakılacağını bilmiyorlar...
* * *
İçlerinde rahatlatıcı hiçbir titreşimin oynaşmadığı, ampulü bozuk evrak mahzeni koridorlarına benzeyen gözlerini; bodoslamadan karaya gemi bindirir gibi, kadının üstüne bindirip, göz kapaklarını hiç kırpmadan; öyle dik dik bakıyorlar...
* * *
Bari hoşlanmanın verdiği bir yumuşaklıkla, dudaklarına bir gülücüğün ışığı düşse de, yüz çizgileri azıcık gevşese; görüntüleri, ürkütücülükten, genel bir beğeninin sevecenliğine dönüşecek...
* * *
Ama kaşlar hafif çatık, yüzler asık ve siyah kalın bıyıklı dudaklar, neşeleri daha doğarken kökünden kazınmış gibi; garip bir ciddiyetle mühürlü...
* * *
Sanki Havva’sız bir Adem’den yaratılıp, kadınsızlığın bitip tükenmeyen kırbacını yiye yiye gelmişler ta bugünlere...
* * *
Bunu düşününce, görüntülerindeki ürkütücülük; kökleri çok derinlerde olan bir açıklılığa dönüşüyor...
* * *
Madem etekleri diz kapaklarının iki parmak üstünde, şatafatsız giyimli, ama giydiğini kendine yakıştıran; bakımlı, saçları kısa kesilmiş, çocuksu kadın tipini seviyorlar; neden dünyalarını, sevdikleri kadın tipiyle kurmuyorlar; daha doğrusu, dünyalarının kadınlarında, sevdikleri kadın tipini neden yaratamıyorlar?
* * *
Can alıcı soru bu...
Yeryüzüne bir kez geliyorlar... Belki sevdikleri, ama kendilerinin de farkında olmadığı, gizli bir özlemi yanıtlamayan; köleleştirilmiş kadınlarla yaşıyorlar ve uzaktan beğenip, imrenerek baktıkları çağdaş kadın tipleriyle ortak bir dünya kurmak şöyle dursun; onları uygarca seyretmesini dahi beceremeden ölüp gidiyorlar...
Bundan daha hazin bir şey olamaz...
* * *
Neden kendi yakınlarında, aradıkları kadını yaratamıyorlar?
Kendilerinin beğenip, birlikte olmaktan kıvanç duyacakları bir kadını, başkalarının da beğenmesinden mi korkuyorlar?
Ve bu korku nereden geliyor? Kime güvenemiyorlar; yoksa kendileri gibi düşünen erkeklerin bolluğuna mı?..
* * *
Ama her erkek, açlığından kurtulacağı bir kadınla birlikte olursa; otobüslerde, vapurlarda, çağdaş kadınlara dikilen erkek bakışlarındaki ısırıcı yamyamlık da, kolayca törpülenmez mi?
* * *
Sille tokat köleleştirdiğin, zevkini kütleştirdiğin kadınlarla yaşamaya kendini mahkzm et; sonra dışarıda, için eriye eriye beğendiğin, ama hiçbir zaman bir saç örgüsü oluşturamayacağını bildiğin kadınlara, yiyecek gibi bak ve sonra da yaşlanıp öl...
Tanrı aşkına yaşamanın anlamı bu mu demektir?
* * *
Kendinin ve kimsenin beğenmeyeceği bir kadınla birlikte olmanın sağladığı anlamsız güvene; her yönüyle gerçekten beğendiğin bir kadınla birlikte olmanın mutluluğu yeğlenir mi?
* * *
Üstelik her erkeğin eşi, beğenilecek çağdaş bir düzeye geldiği ve kölelikle bakımsızlıktan kurtulduğu zaman; kimse kimsenin karısına yamyamlaşarak bakmaz ki...
* * *
Gelişmiş toplumlarda, bizim Topkapı dışı otobüsünde rastladığımız, Avrupalı kadının üstüne sinek tabağına konan sinekler gibi yapışmış erkek bakışlarına, hiç rastlanıyor mu?
* * *
Mutluluğa yaklaşım, sevdiğin bir işte çalışıp, sevdiğin kişiyle birlikte olmayı başarmakla mümkündür...
* * *
Bunu bir gıdım olsun başaramadın mı, sen o yaşamın çekiver kuyruğunu...
* * *
Yanındaki canım eşini, sille tokat paçavraya çevirdikten sonra; orada burada rastladığın çağdaş yaşam örneklerine, yutkuna yutkuna bakar ve en doğal hakkın olan mutlu ve neşeli bir yaşam beraberliğini ıskalamış olarak; iki arşın bezle, bir avuç toprak olur gidersin...
* * *
Bu, üstelik sadece parasal bir sorun da değildir. Bu, bir gusto sorunu, yaşamı akıllıca değerlendirme sorunu...
* * *
Köyleşme kentleşmesiyle Almanya serüvenleri, biraz daha kendine çeki düzen verecek bir düzeye gelince; yeni kuşakların erkekleriyle kadınları, dedelerinin ne kadar ışıksız ve anlamsız yaşadıklarına şaşacaklar ve onların birer bulunmaz antika olarak duvarlara süs diye asılmış poturlarıyla şalvarları önünde; birbirlerinin gözlerinin içinde eriyerek, pembe şampanyalar içerken:
* * *
“Zavallılar yaşamı nasıl da hiç anlamadan kaybolup gitmişler” diyecekler...
* * *
Topkapı dışı otobüsünde, Avrupalı genç bir kadına yiyecek gibi bakmış olmaktan ibaret bir anıları bulunduğunu dahi, hiç tahmin edemeyecekler.
Not:Çetin Altan'ın“Kadın Işık ve Ateş” kitabında 37 yıl önce yazılmış bir yazı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder