11 Aralık 2010 Cumartesi
4 Aralık 2010 Cumartesi
"Sayın Başbakanım.. "

Nesrin Uzunoğlu(Cumhuriyet Bursa Şubesi)
Hüseyin Yardımcı isimli şehit babasının EŞBAŞKANIMIZA yazdığı mektup.
Teşekkürler Sayın Başbakanım..
Bana bu yazının sonunda okuyacağınız şiiri yazmama ilham verdiğiniz için..,
Nefret nedir bilmeyen ruhuma son bir yılda nefreti öğrettiğiniz ve hergün seyrettiğim haberlerde artık hiçbir şeyin beni şaşırtmamasını sağladığınız için,
Bu akşam bana televizyonda bir şehit annesinin Arif’im nerde diyen feryadını dinlettiğiniz için
Vatani görevini yapan ve bir bacağını kaybeden bir gazinin protez bacağını çıkartıp benim gururum bu diyerek feryad edip kendisine verilen gazilik belgesini yere fırlattığını görmemi sağladığınız için
Yüzünün büyük bir kısmı yanık ve parçalanmış olan diğer bir gazinin benim gururum bu diyerek yüzünü gösterirken gözümden süzülen yaşlar için
Onları affediyorsunuz elleri kolları serbest dolaşıyorlar benim oğlum toprak altında onu da affedin bana gelsin feryadını atan ANA’nın kanlı gözyaşları için
Bizim vergilerimizle bizden topladığınız paralarla 34 teroriste Cumhuriyet şenliklerini aratmayacak havai fişek ve lazer gösterileri eşliğinde kahraman nidalarıyla kendilerini adam sanmalarını sağladığınız için.
100,000 kürt kökenli TÜRK vatandaşının zafer nidaları ile dans etmelerini ve yapmış oldukları miting’i Kürdistan Milli Marşı eşliğinde sonlandırıken, PKK bayraklarını TÜRKİYE semalarında dalgalandırdığınız için
Tüm ŞEHİT ve GAZİLERİMİZİ bu akşam bir kez daha şehit edip gazi bıraktığınız için.
Daha bitmedi sayın başbakanım
Siz ve diğerleri sayın öcalan diyor ya merak etmeyin biz o vatan hainine ve size içimizden her dakika sayıyoruz...
Size kısaca kendimden ve atalarımdan bahsedeyim sayın başbakanım.
Ben 400 yıl önce Karaman’dan Yugoslavya ya akıncı olarak gitmiş ve orada 400 yıl yaşayıp Balkan harbinde vatanını korumak için savaşmaya gelmiş babası Boşnak, annesi Arnavut kendisi önce TÜRK sonra Boşnak olan TÜRK vatandaşı Hüseyin’im. Herşeyden önce vatan ve Türkiye diye büyütüldüm. Türkiyemi Anamdan Avradımdan, Oğlumdan, Atamdan önde severek büyüdüm ve büyüyorum.
Nazım’ın Kadınlar şiirindeki;
Ayın altında kağnılar gidiyordu Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru..
Mısralarındaki o kadınlardan birisi benim Büyük Halam dı. Büyük Amcam Çanakkalede şehit düştü. Dedem bizi İzmir'den Çanakkale'ye savaşmak için 24 gün nasıl yürüdüğünün hikayeleri ile büyüttü. Bize her zaman Vatan sevgisi aşılandı TEK VATAN... O da TÜRKİYE
Biz hep önce TÜRK’tük sonra Boşnak. Biz hiçbir zaman bölünmek, parçalanmak, ayrılmak, açılmak, kapanmak nedir bilmedik.Bunları n konuşulduğu yerlerde bulunmadık..
Komşum Rum’du, Sınıf arkadaşım Ermeni,En iyi arkadaşım Kürt,Eniştem Giritli, Mahallemizin Teyzesi Kavalalı, İlk Ustam Tatar,Dedem Boşnak, Büyük babam Arnavut, ilk sevdiğim Macar, Evlendiğim Giritli..
Ama hepsi ilk önce Türktü. Siz şimdi bizimle paylaşmadığınız bir karara varmışsınız adı açılım.Size benim çocucuğumun geleceği ile ilgili kararları alma yetkisini kim veriyor? Siz hangi güçle bizimle paylaşmadan bu Vatan’ın geleceği ile ilgili bu kadar derin kararları alabilme yetkisini buluyorsunuz kendiniz de? Size sizin dilinizde sesleniyorum başbakanım. Unutmayın sizden büyük ALLAH var.
Siz Hz.Ömer adeletini bilir misiniz başbakanım? Hani birisini hakkı yenildiğinde karar verecek iken kararı hakkı yenilene bırakan Hz.Ömer. Peki siz bu dağdan inen şaklabanları affederken bu vatan uğruna evlatlarını düğün dernek askere gönderip ALBAYRAK lı tabutlarla geri alan ANALAR'dan, BABALAR'dan izin aldınız mı? Siz bu insanların vebalini kaldırabilecek misiniz?....
Bu akşam televizyonda Cemal Süreya’nın şu şiirini okudunuz;
Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum Yıkadılar aldılar götürdüler Babamdan ummazdım bunu kör oldum.
Şimdi ben size aynı soruyu aynı şiirin bir şehit anası ağzından okuyarak sorayım
Sizin hiç oğlunuz hain bir kurşundan öldü mü? Benim bir kere öldü kör oldum Yıkadılar aldılar götürdüler Oğlumdan ummazdım bunu kör oldum
Şimdi ben size soruyorum; sizin oğlunuz şehit düşseydi aynı kararı bu kadar rahat verip, dağdan inin gelin sizi kucaklayalım oğlumu öldürdünüz ama olsun unutalım der miydiniz? Gelsinler diyorsunuz kan akmasın bir daha.Sayın başbakanım biz küllerinden bir vatan yaratmış ecdadın çocuklarıyız. Şehidimizin ardından kan ağlar vatan sağolsun deriz. Bırakın o dağlarda kalsınlar o hainler biz onları o dağlarda gömeriz, ardından şehitlerimizin huzur bulmuş bedenleri ile gökkubeyi başlarına yerlebir ederiz .Bizim onların dönüşüne ihtiyacımız yok. Ama durum başka siz merak etmeyin farkındayız.
Dünyanın en pahalı benzinini alıyoruz ağzımızı açmadık..
En fazla vergisini ödüyoruz ağzımızı açmadık..
Deprem oldu özel iletişim vergisi dediler vatan sağolsun dedik..
Maaşımızdan %49 kesip ortalama yaşam ömrü 71 yaş olan vatanımızda 66 yaşında emekli olacaksın dediniz ağzımızı açmadık..
1,5 lira konuşulan telefon için 24 lira fatura ödedik gık demedik..
Faturalarımıza güneydoğuda kaçak kullanılan elektiriğin bedelini eklediniz ödedik..
Kız çocuklarını 14 yaşında satmasınlar diye KARDELENLER dediniz yardım ettik..
Size şimdi bizden ..
Bundan böyle bu VATAN’A verilecek evladım yok, ne olursa olsun umurumuzda değil, kürdistan da kurulsun amerikalı da gelsin vatanı alsın fark etmez.
Artık hiçbir bedel ödemeyeceğiz
Bundan böyle yurt dışlarında herkese Türkiye ve Türk insanını anlatmayı keseceğiz
Yada tüm bu medyadaki açılım şovları ile gaza gelip sokağa çıkıp önümüze gelen Kürt kökenli yada Alevi vatandaşları öldüreceğimizi, birbirimizi katledeceğimizi.
Bundan sonra ne yaparsak yapalım nafile aman susalım başımıza bir dert gelmesin diyeceğimizi sanıyorsunuz ya! Biz bu oyuna gelmeyeceğiz Mister President. Biz sizin ve sizin akıl hocalarınızın ve diğerlerinin ne yapmaya çalıştığının FARKINDAYIZ
Biz sizin pek tanımadığınız bir kurtarıcının çocuklarıyız ve biliriz ki TÜRK MİLLETİ ZEKİDİR. Bu yüzden bu defa bizi bize kırdırmanıza izin vermeyeceğiz. ALLAHIMDAN SİZİN GÖNÜL GÖZÜNÜZÜ AÇMASINI VE ŞEFKAT TOKATINI HAKKIYLA İNDİRMESİNİ DİLER.. SAYGILARIMI SUNARIM.
Hüseyin Yardımcı
27 Kasım 2010 Cumartesi
13 Kasım 2010 Cumartesi
26 Eylül 2010 Pazar
22 Eylül 2010 Çarşamba
GÜNÜMÜZDE YAŞANAN TÜRK YÖNETİM FELSEFESİ :))

|
Türk ve Japon şirketleri arasında bir kürek yarışı düzenlenmesine karar verildi. Her iki takımda, performanslarının en üst düzeyine varabilmek için uzun ve zorlu bir hazırlık döneminden geçti. Büyük gün geldi ve iki takımda, kendini hazır hissediyordu. Japonlar yarışı bir kilometre farkla kazandılar...
Yarış sonrası Türk takımı çok sarsılmıştı.Türk Şirket yönetimi yarışın açık farkla kaybedilmesinin nedeninin bulunmasına karar verdi. Yapılan araştırmalar, analizler ve uzun çalışmalar sonucu hata bulundu ve çözüm önerisi getirildi.
Japonların takımında 8 kişi kürek çekiyor, 1 kişi dümencilik yapıyordu.
Türk Takımında ise 1 kişi kürek çekiyor, 8 kişi dümeni kullanıyordu.
9 kişilik Türk takımı Japonlarla bir yarış yapmak üzere yeniden yapılandı.
Yeni yapılanma şekli şöyleydi;
- 4 dümen müdürü,
- 3 bölgesel dümen müdürü,
- Kürek çekmekle görevli kişinin performansından sorumlu 1 Dümen yöneticisi,
- ve 1 kürek çekme elemanı.
İkinci yarışı Japonlar iki kilometre arayla kazandılar.Tepesi atan Türk şirketi yönetim kurulu hemen harekete geçti. Yarışın kaybedilmesinden sorumlu tutulan kürekçi kovuldu ve müdürlere sorunun çözümüne olan katkılarından dolayı ikramiye verildi.
21 Eylül 2010 Salı
*****Metin Mericboyu
Cahil Cesareti... Dunning-Kruger Sendromu Televizyon izlerken birilerine bakıp da "Ya bu adam bu sığlıkla nasıl buralara kadar gelebilmiş" diye düşündüğünüz oldu mu hiç?
|
15 Eylül 2010 Çarşamba
TAVUK...

Stalin en şedit cinayetlerini planladığı çalışma odasına yakın dostlarını
...toplamış sohbet ediyordu.
Votka şişelerinin biri gidip, diğeri geliyordu. Kafalar iyice dumanlanmıştı.
Stalin kan çanağına dönmüş gözlerini etrafında dalkavukluk
yarışına girmiş adamlarına çevirerek sordu: - Saçını ihtilalde, halk içinde,
devlet yönetiminde, bürokraside ağartmış dostlarım...
Söyleyin bakalım halkın yönetime baş eğmesi, kayıtsız şartsız itaat etmesi
için yöneticiler ne yapmalı, nasıl davranmalıdır?
Her dumanlı kafadan bir ses çıktı..Kimisi adaletten, haktan söz etti.
Kimisi demokrasiden....Kimisi sürgünden, sehpadan, hapisten...Kitlesel
cinayetlerin deha çapındaki katili Stalin, beğenmedi adamlarının
izahatlarını...Bir kadeh daha votka çekerek şöyle dedi:
- Yönetimi eline geçiren hükümdarın Tanrıdan pek farkı yoktur! Halkın
karşınızda başeğip durması için ne yapmanız gerektiğini durun da şu
beyinsiz kafalarınıza çivi gibi çakayım...
Hemen hizmetçileri çağırıp emretti.
- Çabuk bana bir tavuk getirin...
Aceleyle bir tavuk kapıp getirdi adamları... Stalin, kafaları iyice
dumanlanmış adamlarının gözleri önünde başladı canlı canlı tüylerini
yolmaya tavuğun,...
Bütün tüyleri yolunup cascavlak kalan tavuğu odanın ortasına salıverdi,
lider...
- Şimdi izleyin bakalım nereye gidecek bu şaşkın tavuk...
Zavallı tavuk bu azaptan kaçıp kurtulayım diye aralık kapıdan dışarı canını
atayım diyor, soğuktan tir tir titriyor...Masaların altına
giriyor, köşeli masa ayakları canını yakıyor...Duvar diplerine koşuyor
teleksiz, tüysüz kanatları yara bere içinde kalıyor...Şömineye yaklaşıyor
tüysüz derisi kavruluyor...
Çaresiz, tüylerini yolan Stalin'in bacakları arasına saklanıp, sığınıyor...O
zaman Stalin, cebinden bir avuç yem çıkarıp önüne tane tane
atıveriyor yolunmuş tavuğun...Yemlenen tavuk, Stalin nereye yönelse peşinden
koşuveriyor..
Ağızları bir karış açık kalan dostlarına bakıp, pos bıyıklarının altından
gülerek şöyle diyor Stalin:
- Gördünüz mü, Halk dediğiniz topluluk bu tavuk gibidir.Tüylerini yolup al
ve serbest bırak... O zaman yönetmek kolay olur...
9 Ağustos 2010 Pazartesi
8 Ağustos 2010 Pazar
2 Ağustos 2010 Pazartesi
*****Kainatı kirletiyorum

Zar zor biriktirdiğiniz paralarla, son kampanyada itelediğim rüyalarınızın arabasını satın almayı başardığınızda, ben onu çoktan demode etmiş olacağım. Ben üç model önde gidiyorum ve her zaman sizi hüsrana ugratmanın bir yolunu bulurum.
Glamour (cazibe); attığınız her adımda sizden biraz daha uzaklaşan o masal ülkesinin adıdır. Sizi yenilik bağımlısı yapıyorum. Yeniliğin avantajı, hiçbir zaman yeni kalmamasıdır. Her zaman bir öncekini eskitecek yeni bir yenilik bulunuyor.
Salyalarınızı akıtmak: Benim görevim bu. Benim mesleğimde kimse mutlu olmanızı istemez, çünkü mutlu insanlar tüketmezler.
Çektiğiniz acı, ticareti canlandırıyor. Bizim jargonumuzda buna "alışveriş sonrası düş kırıklığı" deniyor. Size acilen bir ürün gerekiyor; ama ona sahip olur olmaz bir başkasına gereksinim duyuyorsunuz... İhtiyaçlar meydana getirmek için kıskançlığı, acıyı, doyumsuzluğu körüklemek gerekiyor: İşte benim savaş gereçlerim bunlar. Hedefim ise sizsiniz...
Frederic Beigbeder
29 Temmuz 2010 Perşembe
20 Temmuz 2010 Salı
"Bülent Amca"
Yıllardır Beyoğlu'nda çaldığı kemanıyla tanıdık onu...
Beyoğlu'nun en eski sokak müzisyenlerinden biriydi Bülent Öztürk, nam-ı diğer Paganini Bülent…
1940'lı yıllarda Beşiktaş Belediye Konservatuarında öğrenmişti keman çalmayı Bülent Öztürk. Batı müziği eğitimi almıştı. Ancak hayat şartları bu eğitime devam etmesine olanak vermemiş, ekmeğini Türk Sanat Müziği'nden kazanmıştı yıllarca. Ünlü sanatçılarla çalışmıştı ve eski günleri yad edercesine yeni sahnesi Galatasaray'da Zeki Müren ile çalıştığı yılların anısına “Manolya”, parçasını çalıyor, titreyen sesinden çıkan tınılar “Elbet Bir gün Kavuşacağız” ile hayat buluyordu.
Kim bilir kaç kere geçtiniz önünden, kim bilir kaç kere işittiniz onun hüzünlü sesini... Sadece sabahları Aznavur Pasajının önünde çalıyordu kemanını, günün geri kalanında ise Borusan Kültür Merkezi'nin Müzik Kütüphanesinde en sevdiği virtüöz Yehudi Menuhin'i ve Paganini'yi dinliyordu.
O İstiklal Caddesi'nin çok tanıdık ama aslında sadece tanıdığımızı sandığımız yüzlerinden biriydi, keman çalış stili Paganini'ye benzetildiği için bu lakabı taşıyordu ve Beyoğlu'nun sembolleri arasındaydı. İlkbaharın ilk aylarında son nefesini verdi ama Kemancı Bülent Öztürk zamanın dokunulmazlığında İstanbul efsaneleri arasında yerini aldı..
"ŞEREFE..."
Çok basit… Şekerdir. Kimyasal formülü C6 H12 O6
Olan şeker,mayalandırılır. Bundan iki kısım karbon gazı (2CO2) ve iki
Kısım da etil alkol (2C2H5OH) çıkar.Çok basit : Suyu yaratan hidrojen
ve oksijenden başka C yani karbon, yani kömür var.
Mayalanacak şekerin en kalitesi ise, üzüm bitkisinde bulunur.
Hemen bir başka noktaya gelelim. Hekim ve doğa araştırmacısı
Paracelsus (1493-1541) üç sözcükle parlak bir özet yapmıştı:
‘’ Dosis facit venemum’’ diyordu.
Yani: ‘’ Zehiri miktar doğurur ‘’ demekteydi.
Bu gerçeğin önemli bir örneğini Çinliler vermişti:
Su içerek idam hükmü infaz ederlerdi. O masum sudan 15 litre içirirler,
olmazsa 20 litre içirirler , mahkümu öldürürlerdi.
Demek ki her şeyde öncelikli sorun miktar, yani nicelik konusudur.
Miktarı ölçüsüz azdırılan her şey zehirleşmektedir.
Ben İstanbul Aksaray semtindeki Pertevniyal Lisesi’nden 70 yıl
önce mezun oldum. Öğretmenlerimiz arasında, Nurullah Ataç,
Reşat Ekrem Koçu, Mesut Cemil Beyler gibi, unutulmaz adlar vardı.
Kimya öğretmenimizin lakabı ‘’deli’’ydi.Bu sevimli zat,
bir gün bir arkadaşımızı uyardı:
‘’Bilmediğin sözü kullanma ! Estağfurullah demek ‘’ Ben değilim sensin,
sen değilsin benim demektir. Yani birisi sana ben bu işte aptallık ettim derse,
‘Aman efendim estağfurullah ! aptallığı zatıaliniz yapmadınız, ben yaptım demektir.
Unutma ! Sen değilsin benim, ben değilim sensin demektir estağfurullah !’’
Sonra hocamız, bütün sınıfa dönüp: ‘’ Anladınız mı ulan, eşşoğlu eşekler !’’ demişti.
Bizde bütün sınıf hep bir ağızdan ‘’ Estağfurullah! ‘’ demiştik.
Hocamız laboratuardaki bazı cam aletleri kafamızda kırmıştı.
Aydın Boysan ŞEREFE isimli
kitaptan.
"Neyzen'den..."

Yoksa; Öleceğiz bir gün, gömecekler,
Bir kaç gün övecekler,
Sonra kalan malını bölecekler,
Hatta memnun kalmayıp sövecekler...!
6 Temmuz 2010 Salı
******
LİNKE TIKLAYIN >>http://www.facebook.com/kesanliyiz
3 Temmuz 2010 Cumartesi
***
Akıl aslında bir kabiliyettir, zeka da öyle. İkisi arasındaki en önemli fark, bir başkasından akıl alabilirsiniz ama zekayı asla. O, her insanın kendisine mahsustur.
Bir hastalık söz konusu olmadığı sürece şüphesiz herkesin aklı vardır. Akıllı olmak, kendi davranışlarını bilmek, kontrol edebilmek, doğru ve yanlışlarını değerlendirebilmek yeteneğidir.
Akıl, insanı hayvandan ayırt eden en önemli faktördür. Hayvanlar yalan söyleyemez ama insanlar sık sık bu yola başvurur. İşte insandaki yalanla gerçeği, doğru ile yanlışı ayırabilme, bir konuda fikir yürütebilme, görüş belirtebilme yeteneği akıldır.
'Ah şimdiki aklım olsaydı' lafını çok işitmişizdir. Demek ki, akıl insan olgunlaştıkça da değişiyor ve insanın kendisi de bunun farkına varıyor. Bir insan değişik fikirlerle diğerinin aklını karıştırabilir. Hayret verici, şaşırtıcı şeyler insanın aklını durdurabilir.
Bir şeyin içeriğini anlamamak 'akıl erdirememek' olarak nitelendirilirken başkalarının çözemediği bir sorunu çözen kişiye 'bir tek o akıl etti' denilir. Birine bir yol göstermek ona 'akıl vermek'tir. Bir şeyi hatırlamak, unutmamak 'akılda tutmak'tır. 'Akılsız' tanımı ise doğru ve isabetli düşünemeyen anlamında kullanılır.
Zeka ise bir olayı önce anlama, ilişkileri kavrama, yargılama ve açıklayarak çözme yeteneğidir. Genel olarak zekanın 12 yaşına kadar hızla geliştiği sonra gelişme hızının yavaşlayarak 20 yaşına kadar sürdüğü, orta yaşlarda ise zeka seviyesinin sabit kaldığı kabul edilir.
Zeka hayvanlarda da vardır. Hayvanlarda zeka bir nevi içgüdüsel olaydır. Şüphesiz hayvan zekası insana göre gelişmemiştir ama her iki zeka türü de sinir sistemi ile ilgilidir. İnsanı ayıran, evriminde oluşmuş konuşabilme özelliği, dik durabilmesi, el yapısı nedeniyle aletleri kullanabilmesi ve gelişmiş beyin ve sinir sistemidir.
Zeka, bir insanın her türlü olay karşısında aynı yeteneği gösterebileceğ i anlamına gelmez. Bir müzik bestecisi kendi duygusal yapısının içersinde en karışık eserleri aklıyla değil zekası sayesinde oluşturur. Biz bu kişilere 'müzik dehası' diyoruz. Ancak bu müzik dehaları en basit bir matematik problemini bile çözemeyebilirler.
Sonuç olarak zeka, ruhsal olaylara, algı ve hafıza yeteneğine, tutkulara, eğilimlere, iradeye ve bilgi edinme isteğine göre farklılıklar gösterebiliyor. Akıl somut olarak ölçülemez ama zeka pek sağlıklı olmasa da IQ denilen bir testle ölçülmeye çalışılıyor.
SEVGİLERLE
18 Haziran 2010 Cuma
16 Haziran 2010 Çarşamba
*

Evet ,Biz gerçekten bir aileyiz.Ancak"Kutup Ayıları'nın neden Penguen yemediğini bilmeyenlerden oluşan memur kadrosu pesoneliyle; vatandaşına mafya edasıyla yaklaşan vatandaşın ekmeğiyle oynayan Keşan Belediye Görevlileri bunu bilmiyorlar.Yine ailemiz olarak bildiğimiz,saydığımız başkanımız ve encümen üyeleri de görevli memurların patavatsızlığından,durumdan vazife çıkartmak gibi özentilerinden haberdar değiller.Çok yazık. Oysa şüphesiz"BİZ GERÇEKTEN BİR AİLEYİZ"...
4 Haziran 2010 Cuma
*
Şiir, 3 Haziran 1963’te ölen Nazım Hikmet’e ithaf edilmiştir...
Gece leylak ve tomurcuk kokuyor
Yaralı bir şahin olmuş yüreğim
Oy anam anam haziranda ölmek zor
Haziranda ölmek zor
Çalışmışım on beş saat
Tükenmişim on beş saat
Acıkmışım, yorulmuşum, uykusamışım
Anama sövmüş patron
Sıkmışım dişlerimi
Islıklar söylemişim umutlarımı
Sıcak bir ev özlemişim, sıcak bir yemek
Sıcak bir yatakta unutturan öpücükler
Çıkmışım bir kavgada, vurmuşum sokaklara
Sokakta tank paleti, sokakta düdük sesi
Sarı sarı yapraklar dallarda
İnsan iskeletleri
Gece leylak ve tomurcuk kokuyor
Uyarına gelirse tepemde bir de
Çınar demiştin yıllar önce
Demek ki on yıl sonra
Demek ki sabah sabah
Demek ki manda gönü
Demek ki sile bezi
Bir de Memedin yüzü
Bir de saman sarısı
Bir de özlem kırmızısı
Demek ki göçtü usta kaldı yürek sızısı
Yıllara var ter içinde taşırım ben bu yükü
Bıraktım acının alkışlarına
Üç haziran altmış üçü
Bir kırmızı gül dalı eğmiş üstüne
Bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta
Yatıyor oralarda bir eski gömütlükte
Yatıyor usta, Yatıyor usta
Gece leylak ve tomurcuk kokuyor
Geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
Geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
Şuramda bir kuş ötüyor
Gece leylak ve tomurcuk kokuyor
Haziranda ölmek zor haziranda ölmek zor
Hasan Hüseyin Korkmazgil